1 Aralık 2008 Pazartesi

Bayram'a doğru

Bu günlerde sabah uyandığımızda gece yağmur yağmış olduğunu görüyoruz. Gece sessizce yağıyor sonra gündüz yine aynı sıcak...şakır şakır yağmuru çok özledik. Hava ancak acaba hırka giysem mi dedirtecek kadar serinledi. Gerçi geçen seneden biliyoruz, yılbaşı tatili sonrasi Bahreyn'e döndüğümüzde kendimizi üşümeye hazırladık.

Kış olunca burada çölde kamplar kurmaya başlıyorlar. Genellikle 3-4 çadırdan oluşan etrafı çevrili çadır kentler oluyor ve aileler haftasonlarını burada geçiriyorlar. Bizdeki yazlıkların bu iklime uyarlanmış hali. Açıkhavada mangal, nargile, muhabbet...Çadırlar çok uyduruk görünüyor ama her türlü konforları var; ısıtıcılar, koltuklar ve aman Arap hanımlar iş yapmasın diye hizmetçiler.

Haftasonlarımızı biz çöl yerine denizde geçirmeyi tercih ediyoruz. Dördümüze uygun bir sürat teknesi edindik artık denizin üstündeyiz. Çocukları yelkenci yetiştirmeyi planlıyorduk ama burada uygun yelkenli tekne bulmak zor, o iş artık yaz ayları Türkiye'de olacak. Tekne ile gezerken etrafta sürekli zıplayan balıklar, deniz kuşları ve biz daha göremesek de yunuslar var. Balık tutmak için oltalar da hazır ama tuttuğumuzu yiyeceğimizi sanmıyorum. Daha önce de yazmış olmalıyım, adada olup da balık yiyememek olur mu? Oluyor işte, aldığımız her balık hayal kırıklığı. Sanırım soslar ile tatlandırarak yemek gibi yapmak gerekiyor. Nerede şöyle güzel bir ızgara sarıkanat? Aralık'ta kendimize fosfor yüklemesi yapıp dönmeyi planlıyorum.

Bayram hazırlıkları başladı. Ana caddelerdeki tüm ağaçlara ışıklar takıyorlar, yüksek binalarda da kim daha yaratıcı ışıklandırma yapacak yarışı var. Bayramda geceleri çok renkli ve aydınlık oluyor Bahreyn. Kurban bayramında kurbanları nerede nasıl kesiyorlar geçen sene görmedik ama sokaklarda olacak gibi geliyor bana. Gazetede kurbanları arabanızın bagajında değil kamyonet ile taşıyın diye ilanlar görünce manzaraların çok iç açıcı olmayacağını düşünüyorum, umarım yanılırım.




10 Kasım 2008 Pazartesi

Limonata havalar...

Geçen sene yine bu dönemlerde hep hastalıklar vardı evde, yeni geldik buranın mikroplarına alışırız dedim ama yeni bir grup mikrop bizim tüm aileyi sıradan hasta etmeyi tekrar başardı. Artık hastanelerden, doktorlardan söz etmek bile istemiyorum ama doktora güvenememek neymiş onu ilk defa burada yaşıyoruz. Beni Türk doktorlarına teslim edin demek istiyorum ben de....
Havalar tam limonata oldu aslında, bizim ülkemizin Nisan sonu Mayıs başı havasını biz şimdi Kasım ayında yaşıyoruz. Karıncalar ve kertenkeleler yok oldu, yerine hemen kara sinekler geldi. Kertenkeleden korkan biriyseniz burada işiniz zor, sıcaktan bunalan minikler hemen evlere sığınıyor. Artık çocuklar da korkmuyor, zarar vermeden evin dışına kovalamanın yollarını geliştirdik birlikte.
Birkaç hafta önce Suudi Arabistan'lı bir arkadaşımızın düğününe gittik. Sağa sola sordum ne giymek lazım diye ve en sonunda hem kendim rahat edeyim hem de oradaki abaya giymiş bayanlardan çok farklı olmayayım diye gömlek ve pantalon ile gittim. Ne abayası, ne siyah kıyafeti....inanılmaz gece elbiseleri ile gayet şık bayanlar arasında garson gibi kaldım. Suudiler ülkelerinin dışında daha farklılar, zaten kadın erkek karışık bir düğün yapabilmek için Bahreyn'i seçmişler. Vitrinlerde gördüğüm elbiseleri kim alıyor, nerede giyiyor soruma da yanıt bulmuş oldum.
Geçen hafta Hintlilerin en önemli bayramlarından biri vardı; Diwali. Işıklar Festivali diyorlar ve geleneklerine göre herkes bütçesine göre mücevher satın alıyor. Işık da mücevherlerin ışıltısından geliyor galiba. Tüm mücevher dükkanları bayram yaptılar, dolup taştılar. Bana çok hoş geldi valla bu gelenek :)
Ekonomik kriz tam gelemedi buraya, ev fiyatları ilginç bir şekilde artıyor. Dev projeler, dolgu adalar ve binlerce ev sürekli yükselen fiyatlara rağmen nasıl oluyor satılıyor aklım almıyor. Kira vermek yerine ev alalım diye piyasayı takip ediyoruz ama fiyatlar inanılır gibi değil. Bir yerde patlak verecek ama ne zaman....

4 Ekim 2008 Cumartesi

Umman Sultanlığı

Bayram için Türkiye'den Bahreyn'e gelen arkadaşlarımız ile birlikte Umman'a gittik. Sanırım son 6 aydır çevremde pek çok kişiden Umman'ın doğası ve ünlü Shangri La tatil köyü ile ilgili hikayeler duyuyorum. Artık körfezde yaşayanlar için Dubai out, Umman Sultanlığı in. Sultan'ın ismi Sultan Kabus, babasını tahttan indirerek tahta geçmiş. Çocuklara isim verirken dikkat etmek gerekli galiba.

Umman'ın başkenti Maskat'ta Arap yarımadası'nda olduğunuzu hissedebiliyorsunuz, diğer körfez ülkeleri için prestij olan camdan kulelerden bir tane bile yok. Yeni yapılan binalarda da yerel Arap mimarisini kullanmışlar. Devlet dairelerinin ve elçiliklerin olduğu bölge çok bakımlı, deniz kenarında yanyana sıralanan bu binalardan biri de Sultan Kabus'un sarayı. Saray çok etkileyici ama abartı değil. En yüksek bina 5 katlı, sokak lambalarında bile çok güzel demir işçiliği var. Binalar çoğunlukla beyaz, bu beyazlığın içinde renkli mozaik kubbeleri ile camiler daha bir güzel görünüyor. Büyük kavşaklarda Umman'ın simgelerinin heykelleri var; tütsü yakmak için kullanılan kaplar, develer, keçiler, deniz kabukları....

Bir yeri neden beğendiğimiz biraz da oraya nereden geldiğimize bağlı. Bana Bahreyn'den sonra Umman gerçek bir ülke gibi geldi. Şehirler, köyler, onları bağlayan yollar olması, arabaya atlayıp kilometrelerce gidebilmek eğer Türkiye'den gelseydim dikkatimi bile çekmezdi. Ama bir ucundan diğerine en uzak mesafeyi 1,5 saatte alabildiğimiz ve tüm şehir ve köylerin artık tamamen birleştiği adamızdan sonra Umman bana dev ve gerçek bir ülke gibi geldi. Dümdüz bir coğrafyadan sonra dimdik yüksek kayalık dağlar muhteşemdi. Dağların içlerine doğru girince karşımıza çıkan vahalar, tatlı su gölleri ile vadiler tablo gibiydi. Vahalar masallardaki gibi sadece bir su birikintisi ve birkaç ağaç gölgesi değil, her vahada yüzlerce palmiye ağacı ve bir köy var. Oldukça fakir yerler, sokakta birini bulup yol sorabilmek ise mucize.

Ramazan'ın ne zaman biteceği ve Bayram'ın ilk günü buralarda son dakikaya kadar belli olmuyor. Ay'a bakarak ulema karar veriyor. Türkiye'dekilerin bayramını kutlarken biz hala arifeyi yaşıyorduk. Bayram olduğunu ise ancak havuz kenarında bir Filipinli garsonun zil çalarak Ramazan bitti, alkol servisimiz başladı demesiyle anlayabildik.

Umman'lı erkekleri nerede görseniz diğer körfez Araplarından ayırt edebilirsiniz. Beyaz entarileri var ama başlarına renkli ve desenli silindirik şapkalar takıyorlar. Şapka takmayanların ise başlarına doladıkları türban da yine renkli ve desenli kumaştan. Kadınların kıyafetlerinde de siyahın yanında renkli görmek mümkün.

Umman kalkıp Türkiye'den gitmek için seyahat listesinin başında olmayabilir ama bence hem Arap kültürünü görüp hem de çöl, dağ, vadi, deniz birlikteliğini yaşamak için ideal. Yüzdeyüz konfor isteyenlere de Shangri La bunu sağlıyor, havuz kenarında yanınıza gelip güneş gözlüklerinizi bile siliyorlar...bunun ötesi bir servis ben görmedim.



9 Eylül 2008 Salı

Adamıza döndük

En son yazımı Mayıs ayında yazmış ve Türkiye'ye kaçmışım...iki buçuk ay sonra tekrar adamızdayız. Bu sefer dönmek daha kolay oldu gibi, geçen seneki gibi bilinmeze gitmiyorduk. Ev belli, okullar belli, özlediğimiz arkadaşlarımız var ve biliyoruz ki hava çok sıcak olacak şikayet edip öf pöf demek de bir çözüm değil. Mesela dün hissedilen sıcaklık 52 dereceydi ve hayat heryerde olduğu gibi burada da akmaya devam etti; çocuklar okulda, çalışanlar işlerinde... Temmuz ve Ağustos aylarında daha da sıcak olduğu için saat 12:00 ile 16:00 arası açık havada çalışma yasağı var, aslında bence Eylül de bu yasağa eklenmeli ama sonra etraftaki binlerce inşaatı kim bitirecek diye düşünüyor olmalılar.

Ramazan iftar davetleri ve iftar sonrası Gabkha denen müzikli, yemekli ve nargileli eğlenceler ile sürüyor. Sünni ve Şiilerin iftar saatleri farklı, Şiiler yaklaşık 20 dakika sonra ezan okuyorlar ve oruçlarını o zaman açıyorlar. Birarada aynı masadalarsa ne oluyor merak ediyorum. Pide yemeyi özlüyoruz burada, her milletin ekmeği var ama bizim pidemiz gibi birşey yok. Çocukluğumdan beri ramazan ve pide hep birarada olunca burada eksikliğini hissediyorum. Gerçi Türkiye'de de yıllardır yapmadım ama fırından sıcak pide alıp eve koşturmak bile özleniyormuş. Uzakta olmak bir romantik yapıyor insanı. Amerika'da okula gittiğim dönemde de Bursa Mezitler yolu hep gözümün önüne gelirdi. Bilinçaltı ilginç birşey.

Körfez ülkelerine gezmeye gelip dönerken buralardan kahve hediye götürmek isteyenlere de bir uyarı....buradaki kahvenin bizim kahvemiz ile ilgisi yok. İçine kakule koyuyorlar ve alışılmadık kokulu bir kahve ortaya çıkıyor. Daha da kıymetli olsun derlerse bir de safran ekliyorlar ki aman diyeyim. Arapça yazılı gayet güzel paketler ile çok otantik görünse de bilin ki hediyeyi alan ilk denemeden sonra hayatta içmeyecek :) Hediyenizle rezil olursunuz, söylemedi demeyin.

19 Mayıs 2008 Pazartesi

Sıcak ama yine de BAHAR


Sıcaklar başladı...herkesin ağzında bu aralar bu cümle var. Yaz aylarında sıcaklığın nerelere ulaştığını herkes bildiği için bu biraz da korku dolu bir cümle.




Bahreyn tarihte yeraltındakı tatlı su kaynakları nedeniyle cennet ada olarak bilinirmiş. Neyse ki bu kaynaklar tamamen kurumamış da bu sıcakta bile harika çiçekler var etrafta. Sabahtan akşama sulanarak yaratılan çiçeklerden söz etmiyorum hem de, sağda solda tamamen kendi halinde fışkırmış begonvillerden ve buraya özgü diğer çiçekli ağaçlardan söz ediyorum. Pek çoğunun zamanı sanırım Mayıs, buradakı ilk Mayıs ayım ve çoğunu ilk defa görüyorum.

Mayıs ve Haziran bir de mango mevsimi. Bahreyn'de yetişmiyor ama doğuda ne kadar mango yetiştiren ülke varsa Bahreyn'e gönderiyor. Bize çok da bildik bir meyva olmayan mango burada favorimiz oldu. Bu aralar yaklaşık 10 farklı mango çeşidi var marketlerde. Hindistan mangoları revaçta. Ben de markette Hintli kadınların tercih ettiği bir çeşitten aldım ve sonuç harika.




Market deyince aklıma gelen bir şey de kullanılan plastik torba adetleri. Tüm dünya geri dönüşüm için uşraşsın bu adaya o bilinç daha gelmemiş. Kasalarda Araplar, paket işinde de Hintliler çalışıyor genellikle. Yaptıları ise şu; aldığınız her ürünü ayrı torbaya koymak! Abartmıyorum, sadece bir paket sakız ve bir ekmek alsanız bile 2 torba veriyorlar elinize. Eşim genellikle 15 yerine 2 torba harcayalım diye onların doldurmasına bile izin vermeden kendi dolduruyor. Bunu yapan bazı batılılar da görüyorum ama yeterli değil tabi. Ürün paketlerinde de geri dönüşüme dair hiçbirşey yok. Umarım zamanla bu bilinç buraya da gelir. Biz elimizden geleni yapıyoruz kendi çapımızda...

22 Nisan 2008 Salı

Nisan







Nisan başında bir haftalığına Türkiye’ye gittik. Aile, arkadaşlar derken koşturma oldu ama uzun zamandır istediğim birşeyi gerçekleştirerek 7 yaşındaki Ece’yi Anıtkabir’e götürdüm. Buradaki okulda öğrenemeyeceklerini biz öğretiyor olacağımız için kendi adıma ilk adımı attım ama tarihimiz o kadar dolu ki nasıl öğretilir nereden başlanır fikrim yok...

Burada Nisan ayımız biraz sosyal kelebek olarak geçiyor, bundan da çok memnunum. Oturup yalnızız, arkadaşlarımız yok diye yakınarak çevre edinemediğimiz için iş başa düşüyor. Aslında gayet güzel etkinlikler var. Bir akşam Sufi müzik, başka bir akşam opera veya tango dinleyebiliyorsunuz. İstanbul’da Açıkhava konserlerini sevmemin en önemli nedeni "açık havada" olmalarıydı, burada ise zaten kapalı bir salon yok. Yaz daha bastırmadan bu günler açık hava etkinlikleri için ideal, kaçırmamaya çalışıyoruz.

Bir de aslında herkesin bizim gibi ülkesinden ayrılıp yepyeni bir ortama düştüğünü ve yeni tanışıklıklara ihtiyacı olduğunu yeni yeni kavrıyorum. Bir yerden tanışmaya başlayınca çorap söküğü misali arkası geliyor. 1923’teki mübadelede ailesi İskenderun’dan Selanık’e göçmüş olan bir Yunanlı ile Berlin Kreuzberg’de Türkler ile büyüdüğü için "bir mumdur, iki mumdur" türküsünü tüm sözleri ile eksiksiz söyleyebilen bir Alman ile aynı masada olmak çok renkli bir deneyim.

Konserler, yemekler, içkiler derken bir Arap ülkesinde olduğumuzu unutur gibi olurken kum fırtınası ve arada ortaya çıkan bir deve sürüsü buna izin vermiyor. Kum fırtınası garip bir şey, aslında kum gibi değil toz gibi. Yüzünüze çarpan kumlar yok ama boğazınıza yapışan tozlar var, genellikle bu fırtınalar sonrası çocuklarda boğaz enfeksiyonu, konjuktivit vs. oluyor.
Develer ise nereden geliyor emin değilim ama çok büyük sürüler halinde gezdiriliyorlar ve bence burası için çok değerli olan ağaçları yiyerek sadece dallarını bırakıyorlar. Bir markette deve eti satıldığını gördüm ama pek deneyesim yok.

21 Şubat 2008 Perşembe

Bahreyn'de Ocak ve Şubat




Neredeyse Şubat ayı bitecek ve artık havalar ısındı. Kış demek sanırım burası için Ocak ayı demek. Aralık’ta Türkiye’ye gelirken üzerimizde şortlarımız ile bavul hazırladığımız için dönüşte Ocak ayı bize de sürpriz oldu. Annem, babam ve dedem de Türkiye’ye gore çok daha sıcak olsa da burası için çok soğuk havalarda bizi ziyaret etmiş oldular. Soğuk darken en düşük 10 dereceden söz ediyorum ama ısıtması olmayan evler için o bile soğuk.

Erkekler de kışlık kıyafetlerini giyiyorlar artık, bembeyaz yerine daha çok koyu kahve, yeşil ve siyah entariler var.

Hicri takvimin ilk ayı ve Şiiler için en önemli ay olan Muharrem ayı da bu sene Ocak ayına denk geldi. Bu ay, Kerbela’da şehit edilen Hazreti Hüseyin için yas tutulan bir ay. Muharrem ayının 10. gününe burada Ashura deniyor ve resmi tatil. Ashura günü Şiiler kılıçlar ile başlarına vurarak kanatıp yaslarını ve acılarını ifade ediyorlar. Pek cok sokak ve cadde siyah bayraklar ile donatıldı, camilerde de neredeyse tüm gün dualar ve konuşmalar ile Kerbela olayı anıldı.

Bahreyn’de misafirler ile ne yapılır diye düşünürken aslında görülecek yerlerin çok da az olmadığını fark ettim. Burada müzecilik oldukça iyi, tarihlerine önem veriyorlar. El yazması Kuranların olduğu Bait al Kuran ve Bahrain National Museum oldukça etkileyici. Yaban hayatı korumak için kurdukları Al Areen Wildlife Reserve ise Arap Yarımadası ve Afrika’da yaşayan hayvanlar ve o bölgelerin ağaçlarını çiçeklerini görmek için güzel bir yer. Bahreyn’liler bu yemyeşil yeri piknik yeri olarak da kullanıyorlar, bu açıdan bize çok benziyorlar.

Dubai Bahreyn’den uçak ile 50 dakika sürüyor. Annemler ile bir haftasonunu da Dubai’de geçirdik. Çok değil 50 yıl öncesine kadar küçük bir balıkçı köyü olan Dubai para ve vizyon bir araya gelince neler yapılabileceğinin örneği. Dünyanın en yüksek binasını yapıyorlar ama şehire ruh katmak sonradan olmuyor, etkileyici ama bir o kadar da yapay. Yine de Türkiye’ye kar hayalleri ile giden ve kar bulamayan kızımı Ski Dubai yapay da olsa kar ile buluşturdu.

Dubai’den sonra Bahreyn küçük bir kasaba gibi geldi bana ama daha az trafik ve daha az kalabalık hayatı çok daha kolaylaştırıyor. Bir yerden bir yere giderken yolda zaman kaybetmeyince bir sabah içinde dışarıda uzun bir kahvaltı ve sonrasında iki ayrı sanat galerisi gezisi yapıp 12’de okul servisi görevi için hazır olabiliyorum. Belki yakın zamanda bir işim olacak, o zaman da çalışırken Bahreyn nasıl oluyor onu yazarım. Çok stresli olmayacağını düşünüyorum umarım yanılmam.